HEKİM (THE PHYSICIAN) FİLMİ ve İbn-i Sina ÜZERİNE
Noah Gordon, modern Amerikan
yazarları arasında eserleri ile ön plana çıkan bir yazar. Kendisini edebiyat
dünyasına ilk eseri ‘The Rabbi’ ile tanıttı. 1986 yılında üçleme olarak kaleme
aldığı Hekim (The Physician) adlı eseri 2013 yılında beyaz perdeye uyarlandı. Film
uzun olmasına rağmen her anında sizi koltuğunuza bağlayan türden. Binbirgece
masalları tadında…
Filmin konusu oldukça dikkat çekici. 11. yüzyıl İngiltere’sinde
geçen film küçük yaşlarda bir çocuğun (Rob Cole) annesini bilinmeyen bir
hastalıktan kaybetmesi sonucu tüm hayatını tıp ve bilime merakını ve bu merakın
ileriki yaşlarında bir adanmışlığa dönüşmesini konu edinir. Filmde Orta Çağ kilisenin
baskısı nedeniyle Roma Döneminde gelişen şifa ve tedavi yöntemlerinin
unutulduğu sadece bilgileri kıt seyyar ‘berberlerin’ kasaba kasaba gezerek
insanların hastalıklarına el yordamı ile şifa bulduğu çeşitli sahnelerle
anlatılmaktadır. Rob, bir seyyar berber
olan Bader’in karavanına katılarak onunla hem hastalıkları inceler hem de
hastaları eğlendirmek için hokkabazlıklar yapar. Bu arada Bader’in kataraktı
baş gösterir. Yahudi biri bu gözleri kendi yöntemi ile iyileştirir. Zamanla
tedavi ettikleri hastaların ölmesi ve şikâyetlerin artmasından dolayı bir
şeyleri sorgulamaya başlayan Rob’u, bu katarakt tedavisi çok etkiler. Artık at
idrarını kuvvet ilacı olarak satmak veya öldürücü yöntemlerle diş çekmek istememektedir.
Kataraktı tedavi eden kişi Rob’a, İbn-i
Sina’nın uzak diyar İsfahan’daki çalışmaları ve açtığı tıp medresesinden
bahseder. Rob, İbn-i Sina’ya ulaşmayı kafasına koyar. Oraya gidip âlim, İbn-i
Sina’nın talebesi olmak için elinden geleni yapacak hatta “Hristiyan
olduklarını anladıkları kişileri Müslüman topraklara (filmde Arap ve İran
toprakları deniliyor) almazlar” bilgisini aldıktan sonra kendisini sünnet edip
Yahudi görünümüne bürünecektir. Bu sahne
en etkileyici ve filmi sorgulatan sahneler arasındadır. O dönemlerdeki Haçlı
Seferleri’nin etkisi ile bu bölgeye Hristiyanların alınmadığını göstermek amacıyla,
filme böyle bir sahne konduğunu düşünmekteyim. Rob, uzun bir yolculuğun
ardından İsfahan’a ulaşır. Bu yolculukta İspanyalı (kitapta İskoçyalıdır) köle
olarak satılacak olan bir kızla tanışır ve malumunuz âşık olur.
Rob, İbn-i Sina ile tanışır ve
ona tabî olan bir talebe olur. Halkı, medresedeki öğrenciler ve parlak İngiliz
gencimiz Rob ile kenti kasıp kavuran vebadan kurtarırlar. İbn-i Sina bu
sahnelerde öğrencisi Rob’un bir dediğini iki etmez. Tıp bilimine yıllarını
vererek 250’ye yakın başyapıtının arasında ‘Şifa ve Kanun’ adlı eseri uzun
yıllar pek çok üniversitede okutulan İbn-i Sina’nın genç öğrencisinden yeni
bilgiler öğrendiği imajı verilir. Hayatın her döneminde hocaların da
öğrencilerden alacağı şey çoktur. Fakat filmde Rob’un İbn-i Sina’ya eğitmenlik
yapacak noktaya getirilmesi pek de objektif olarak nitelendirilemez. İbn-i Sina Aristo’dan sıkça bilgiler verir.
İlmin temelini dokuyan El-Biruni’den hiç bahsetmez.
Şovanist bir yaklaşım olarak değil objektif
bir yaklaşımla eklemek istediğim bir diğer konu da, filmde o zamanki Türk
devleti olan Selçukluların ara sahnelerde filmden kopuk bir şekilde barbar ve
ilme destek vermeyen şekilde gösterilmesi. Oysaki filmde kahramanımızın ilim
aldığı medresenin, tüm medreselere ilk olma özelliğiyle örnek teşkil eden
Selçuklu Nizamiye Medreselerinden örnek alınarak yapıldığı yansıtılsaydı
objektif bir yaklaşım olurdu.
Yorumlar
Yorum Gönder